Kara Güneş Basım, cesur bir kolektif girişim olmayı hedefliyor. Kolektif olmayı başardı, şimdi sıra cesarette.
Dünyadaki en cesur, en saldırgan, en kalıba sığmaz kitapları üreteceğiz; üretilmişleri aktaracağız.
Kara Güneş, sinirleri ya da midesi zayıf olanlar için değil - baştan söylüyoruz.
Kara Güneş - zifiri karanlıkta görmek isteyenler için.


İlk kitabımızla bu meydanı okuyalım istedik: Şeytan Ayetleri.

28 Ocak 2011'de yayımlanacak bu alengirli roman,Türkiye'deki tahammülsüzlük için yeni bir sınav olacak.


* * *





Kitaptan bir bölüm:

“Yeniden doğmak için,” diye şakıdı Gibreel Farishta gökyüzünde düşerken, “önce ölmen gerekir. Hoc i! Hoc i! Toprak ananın bağrına düşmek için, insanın önce uçması gerekir. Tat-taa! Taka-tun! Nasıl gülersin yeniden, önce ağlamazsan eğer? Sevdiğinin aşkını nasıl kazanacaksın beyim, iç çekmezsen? Baba, yeniden doğmak istiyorsan…” Bir kış sabahı, güneş doğmadan az önce, Yılbaşı civarı, iki gerçek, yetişkin, canlı adam, büyük bir yükseklikten, pırıl pırıl bir göğü kat ederek, tam yirmi dokuz bin iki fitten İngiliz Kanalı’na düşüyordu, ne paraşütleri vardı, ne de kanatları.

“Söylüyorum sana, ölmen lazım, söylüyorum sana, söylüyorum sana,” diye diye devam etti, yukarıda kaymaktaşı gibi bir ay vardı, ta ki “Şarkılarını şeytan görsün,” diyen bir bağırtı gecenin içinde duyulana kadar; sözcükler buzlu beyaz gecede kristal gibi havada asılı kalmıştı, “filmlerde playback yapıyordun, şimdi o berbat sesini dinletme bana.”

Akortsuz solist Gibreel, doğaçlama gazelini okurken bir yandan da ayışığında çılgın danslar yapıyor, kah kelebek, kah serbest, havada yüzüyor, tortop oluyor, neredeyse doğacak günün neredeyse sonsuz boşluğunda kollarını bacaklarını açıyor, arma aslanları gibi pozlara bürünüyor, pençe atacakmış gibi doğruluyor, yüzükoyun yatıyor, yerçekimiyle dalga geçiyordu. Şimdiyse, küçümseyici sesin geldiği tarafa doğru, mutluluk içinde döndü. “Oo, Salad baba, sensin ha, bu kadar da olmaz. Ne haber eski dostum.” Bunu duyan öbürü, yani gri takım elbiseli, ceketinin bütün düğmeleri iliklenmiş, kollarını iki yanına bastırmış, baş aşağı düşen ve başındaki melon şapkanın olamazlığını tamamen sineye çekmiş görünen müşkülpesent gölge, kendisine böyle seslenilmesinden nefret ettiğini gösteren bir surat yaptı. “Hey, Spoono,” diye bağırdı Gibreel, öbürünün ikinci kez suratını buruşturmasına yol açarak, “Londra’nın ta kendisi, vay! Geliyoruz be! Aşağıdaki puştlar başlarına ne geldiğini anlayamayacak. Meteor mu, yıldırım mı, Allah’ın gazabı mı. Gökten düşeceğiz yavrum. Çatannnk! Güm diye, değil mi? Ne giriş ama, hey be. Allah belamı versin: şap diye.”


* * *

Nasıl? Eğlenceli, şen şakrak bir kitap, değil mi? Şen olmayı bilenler için, evet.

28 Ocak, gülen koyunla somurtan koyunun ayrılacağı gündür!


O günden itibaren Türkiye, "roman ne demektir?" sorusunu cidden tartışacak ve "kurgu"nun ne demek olduğunu sonunda öğrenecek.

Kara Güneş Basım'ın eylemi, edebiyatın içinden bir eylemdir, edebiyat için bir eylemdir!

* * *

İsim ve logo hakkında: merak edenler, soranlar oldu, "kara
güneş" nedir, logonun bir anlamı var mı diye. Bizim için "kara güneş", ışık ve
tersi olan karanlığın birleştiği alandır. Bir yanı Nerval'den öğrendiğimiz
ezoterik Batı mitolojisinden, bir yanıysa Hilmi Yavuz'dan öğrendiğimiz Doğu
bilgeliğinden ve "nur-u siyah"tan gelir. Tahmin edersiniz belki ama söyleyelim:
Nazilerle filan işimiz olmaz.

Kara Güneş” (le Soleil Noir) imgesi Gerard de Nerval’in çeşitli eserlerinde geçer. “El Desdichado” şiirinde bir yandan kaybettiği kadınları simgelerken, diğer yandan da Albrecht Dürer’in “Melancholia” tablosuna göndermede bulunur. Aynı imge yazarın Voyage en Orient (Doğu’da Yolculuk)’ında Dürer’in alnına “karanlık ışıklar” saçar; Aurélia’da ise kıyamet saatini haber veren bir işaret gibi gösterilmiş. Nerval’in “Kara Güneş”le kendi trajik sonuna işret ettiği yolunda değerlendirmeler de yapılmıştır. Tümel bir yaklaşımla şairin yaşamını da göz önüne aldığımızda, imgeyi marazi psişik durumunun belirgin bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir. Bu durumda, başta Nerval’de olmak üzere Batı kültüründe “Kara Güneş” imgesi mutsuzluğun, huzursuzluğun, melankolinin simgesi olmuştur. Doğu kültüründe “Nur-u Siyah” imgesi Şebüsteri’den Şeyh Galip’e, A. Halet Çelebi’den Hilmi Yavuz’a kadar gelenekten günümüze uzanan bir çizgide kullanılagelmiştir. Algı sürecinden doğan küçük bir farkla (güneş-nur) aynı anlamsal değere sahip olmalarına rağmen, her iki medeniyetteki imgesel değerleri birbirinin tam tersidir. Böylece, Doğu kültüründeki kullanımıyla “nur-u siyah” mutluluğun, huzurun yani sufinin Vahdet-i Vücud’la ulaşmaya çalıştığı mertebenin simgesidir.